Dinin psikolojik tanımı nedir ?

Zirve

New member
Forumdaşlar, ben doğrudan söyleyeceğim: “dinin psikolojik tanımı” denen şey, yıllardır aynı kavşakta tur atan bir otobüs gibi. Hep dönüyoruz, kimse inmiyor. Din sadece “inançlar bütünü” değil; ama yalnızca “psikolojik ihtiyaçların tatmini” de değil. Bu başlıkta, lafı dolandırmadan, kutsallık parantezine sıkıştırmadan tartışalım istiyorum. Darılmaca yok, argümanla gelin. Peki, dinin psikolojik tanımı ne olmalı? “İnsan zihninin belirsizlik karşısında kurduğu anlam sistemleri” mi? “Bağlanma nesnesinin kozmik ölçeğe genişlemesi” mi? “Grup aidiyetinin biyokimyasal ritüellerle pekişmesi” mi? Hepsi mümkün… ama her biri tek başına eksik.

“Dinin psikolojik tanımı” neden sürekli kaçıyor?

Psikolojik tanımlar, genellikle üç şeye sıkışıyor: bilişsel süreçler (ör. nedensel atıf, örüntü bulma), duygulanım (kaygı düzenleme, teselli), ve sosyal kimlik (aidiyet, normlar). Güzel; fakat bu üç çerçeve tek başına dini değil, insanı tarif ediyor. Dine özgü olan ne? Kutsallık atfı, aşkınlık iddiası, dogmatik iddiaların doğruluk cüreti… Psikoloji bunları gözlerken çoğu kez “doğruluk” meselesini kenara itiyor, çünkü görevi o değil. Fakat tam da burada bir sorun başlıyor: Dinin doğruluk iddiasını tartışma dışı bıraktığımızda, tanım “kişisel regülasyon tekniği” seviyesine indirgeniyor ve dinin kendine has normatif gücünü ıskalıyoruz.

Provokatif soru: Dini, terapi uygulamasına indirgeyen bir tanım, dindarın hakikat ısrarını haksız mı çıkarır, yoksa sadece paranteze mi alır?

Redüksiyonun tuzağı: Ritüel = kaygı giderme midir?

Evet, ritüeller belirsizliği yönetir, kontrol yanılsaması sağlar, toplu senkronizasyonla oksitosini, endorfinleri dürter. Ama “ritüel = kaygı giderme” denkliği, bir sebeple değil bir sonuçla tanım yapar. İnsanların ritüele niçin bağlandığını açıklarken, ritüelin içerik tarafını –kutsal anlatı, ahlaki evren, eskatoloji– soyutlayınca geriye “alışkanlık” kalır. Oysa ritüelin psikolojisi, içeriğinin kurduğu anlam gerilimiyle çalışır: Orucun açlığı, sadece fizyolojik bir yoksunluk değil; “kendini aşma” anlatısıyla birleştiğinde farklı bir benlik tasarımına kapı açar. Sırf fizyoloji üzerinden tanımlamak, neden değil mekanizma anlatır.

Provokatif soru: İçeriği boşaltılmış bir ritüel hâlâ din midir, yoksa sosyalleşme ayini mi?

Duygu mu, biliş mi? Ateşin harı kimde: kalpte mi, kafada mı?

Psikoloji, duygulanım ile biliş arasında salınırken dinin “kesin bilgi” iddiasını hep griye boyar. İnanç şemaları, doğruluk-yanlışlık ikiliğini değil, işlevselliği test eder. Fakat dindar için işlevsellik değil, “gerçeklik” önemlidir. Burada bir gerilim var: Psikolojik tanım işlevselci oldukça kapsayıcı oluyor (“anlam veren her sistem dinimsidir”), fakat bu kapsayıcılık, kavramı esnetip lastik gibi yapıyor. Öte yandan, doğruluk iddiasını merkeze alırsak, psikolojinin yetki alanını aşıyoruz. İkili açmaz: Ya fazla dar, ya fazla geniş.

Provokatif soru: Anlam veren her yapı “din” ise, futbol taraftarlığı da din midir; değilse, sınır nerede?

Erkeklerin “strateji”si, kadınların “empatisi”: Stereotip mi, tamamlayıcılık mı?

Forumda sık duyduğumuz bir iddia var: “Erkekler stratejik ve problem çözme odaklı; kadınlar empatik ve insan odaklı.” Bunu ham hâliyle alırsak, hem indirgemeci hem de kolayca istismar edilebilir. Yine de, metodolojik olarak bu iki yaklaşımı “dengeli bir mercek” gibi kullanmanın verimli tarafları var. Erkekçe denilen çizgi, tanımda netlik, sınır, tutarlılık, nedensel iskelet arar: “Tanım ölçülebilir olacak, değişkenleri belli olacak; aksi hâlde bilim değil.” Kadınca denilen çizgi ise deneyimin dokusuna iner: “İnsanların yaşadığı manevi yoğunluğu, şefkati, topluluk duygusunu metriklere sığdırma; hikâyeye kulak ver.”

Bu iki bakışı karşı karşıya koymak yerine, birlikte kullanalım: Stratejik bakış, dinin psikolojik tanımını operasyonelleştirir (ölçü, değişken, yöntem); empatik bakış ise tanımın fenomenolojik derinliğini korur (niyet, anlatı, acı, umut). İkisi birleşince şu çıkar: Din; belirsizlik, ölüm ve adalet problemlerine stratejik yanıt veren; aynı zamanda insanın kırılganlığını, bağ kurma arzusunu ve merhamet ihtiyacını sahici bir dille taşıyan, anlam-ritüel-ahlak üçgeninde örülü bir deneyim mimarisidir.

Ama dikkat: Bu sentez, cinsiyet özcülüğü üretmemeli. “Erkek = akıl, kadın = duygu” eşitliği hem bilimsel olarak dayanıksızdır hem de pratikte birey çeşitliliğini ezer. Burada kastımız, sosyal öğrenmeyle biçimlenmiş eğilimleri metodolojik metafor olarak kullanmak. Gerçek tartışma, yaklaşımın içeriğinde; kimde “doğuştan” bulunduğunda değil.

Provokatif sorular:

– Tanımı netleştirmek uğruna dinin şiirselliğini öldürüyor muyuz?

– Deneyimin sıcaklığı uğruna analitik ayarı kısarsak, hurafeye kapı mı aralıyoruz?

– “Bilimsel tanım” talebi aslında dinin normatif gücünün altını mı oyuyor?

Tartışmalı düğümler: Bağlanma, korku, kimlik

Bağlanma kuramı: “Tanrı, güvenli bağlanma figürünün kozmik izdüşümü.” İkna edici mi? Kısmen. Ama Tanrı kavrayışını, çocukluk bağlanmasına indirgediğiniz an, mistik deneyimin bilişsel ufkunu küçültmüş olursunuz.

Korku regülasyonu: “Din, ölüm kaygısını yönetir.” Doğru; fakat bu kadar mı? Ölüm kaygısını yöneten her sistem din değil. Stoacılık? Minimalizm? O hâlde ayrıksı olan ne?

Kimlik ve sınır çizgileri: Din, “biz/onlar” ayrımıyla çalışır. Psikolojinin grup süreçleri bunu iyi açıklar; ama kutsalın evrensellik iddiasıyla bu sınırlar arasında gerilim vardır. Bu gerilim, dindarın vicdanında etik kırılmalar yaratabilir: “Kardeşlik” vaadi ile toplulukçı sertlik nasıl yan yanadır?

Provokatif soru: Dini, kimlik mühendisliği diye tarif etmek sahici dindarı karikatürize etmek midir, yoksa sosyal gerçekliği çıplak hâliyle söylemek mi?

Metodolojik ciddiyet: Tanım için nasıl ilerlemeli?

– Operasyonelleştirme: “Kutsal”ı ölçülebilir işaretlere çevirin: ritüel sıklığı, ahlaki muhakeme kalıpları, aşkınlık anlarında raporlanan duygu profilleri.

– Çok düzlemli veri: Deneyim anlatıları (nitel), bilişsel görevler (nicel), fizyolojik eşlikçiler (HRV, GSR) birlikte ele alınmalı.

– Karşılaştırmalı tasarım: Dinsel ritüellerle seküler ritüeller (stadyum, konser, meditasyon) aynı protokolle ölçülmeli ki “dine özgü olan” ayıklansın.

– Fenomenolojiyi koru: Laboratuvar sertliğinde, anlatının şiirini kaybetmeyen protokoller tasarla. Mümkün mü? Zor, ama imkânsız değil.

Provokatif soru: Ölçülmeyeni dışarıda bırakmak “bilimsellik” mi, yoksa konuyu küçültmenin kolay yolu mu?

Bir deneme tanım (tartışmaya açık):

“Din, bireyin ve topluluğun, ölüm, adalet ve belirsizlik gibi varoluşsal sorunlara karşı geliştirdiği; kutsallık atfı ile meşrulaşan; inanç (anlam şemaları), ritüel (bedensel-sosyal pratikler) ve ahlak (normatif düzen) bileşenlerinden oluşan; duygusal regülasyon, bilişsel çerçeveleme ve sosyal kimlik süreçlerini eşzamanlı çalıştıran bir psikolojik-ekolojik sistemdir.”

Bu tanım, sadece işlevi değil, içerikteki “kutsal” iddiasını da çekirdeğe alır. Aynı zamanda “din benzeri” seküler sistemlerle ayrım yapabilmemiz için ölçüt verir: Kutsallık atfı, ahlaki evrenin aşkın temellendirilmesi ve ritüelin normatif bağlayıcılığı.

Provokatif sorular:

– Kutsallık atfı olmadan “din” olur mu?

– Ahlaki bağlayıcılığı zayıf bir inanç sistemi, psikolojik olarak din sayılabilir mi?

– Ritüel bileşeni olmadan yalnızca zihinsel inanç kalınca, din bilişsel bir fanteziye mi dönüşür?

Zayıf noktalar: Nerede çuvallıyoruz?

1. Evrensellik iddiası: Tanımı her kültüre yaydıkça bulanıklaşıyor. Kültürler arası değişkenleri gözetmeyen her tanım, etnosentrik kokar.

2. Nedensellik sorunu: “Kaygı azalttı → din iyi geliyor” demek, dinin nedeni değil sonucu olabilir. Ters nedensellik ve üçüncü değişkenlere dikkat.

3. Örneklem tuzağı: Genellikle kentli, eğitimli gruplar ölçülüyor. Manastır, tarikat, kırsal topluluklar, “sıradan dindar” profilleri eşit temsil edilmiyor.

4. Normatif körlük: Psikolojik tanım, dinin siyasi ve ekonomik aparatla iç içe geçmesini görmezden gelirse, “pembe gözlük” takmış olur.

Provokatif soru: Dini, bireysel psikolojiye hapsederek iktidar ilişkilerini görünmez mi kılıyoruz?

Topluluğa çağrı: Ateşi büyütelim

– Strateji cephesi: “Kapsayıcı ama ayırt edici” bir tanım önerin; üç test ekleyin: (i) Kutsal işareti var mı? (ii) Ritüel-ahlak bağı kuruyor mu? (iii) Varoluşsal problem çözme işlevi gösteriyor mu?

– Empati cephesi: Dindarların anlatılarını (acılar, iyileşmeler, çelişkiler) içerden aktarın; ölçemediğimizi de masanın üstüne koyun.

– Ara yüz: Metodolojiyle hikâyeyi buluşturacak araştırma tasarımları düşünün. Karma yöntem önerileri getirin.

Ve son bir kıvılcım:

– Bir gün tüm ritüelleri algoritmalara devretsek, otomatik ibadetler “dini” psikolojik olarak yaşatır mı?

– Ölüm kaygısını farmakolojiyle susturduğumuzda, dine duyulan ihtiyaç psikolojik olarak söner mi, yoksa “kutsal açlık” başka bir kapıdan geri mi gelir?

– Kutsallığın altını çizmeden “ahlaki evren” kurmak mümkünse, dinin psikolojik özgüllüğü neye dayanır?

Söz sizde. Argümanla gelin, örnekle güçlendirin, deneyimin sıcaklığıyla yoğurun. Tanımı bu kez gerçekten yakalayalım ya da en azından kaçış güzergâhlarını netleştirelim.