Polonya sendromu nedir kısaca ?

Yaren

New member
Polonya Sendromu: Eksikliğin İçindeki Güç – Bir Hikâye

Bir yaz akşamıydı. Forumda yine sessiz bir gece geçiriyorduk. Konu başlıkları arasında dolaşırken “Polonya Sendromu nedir?” sorusunu gördüm. O an geçmişten bir yüz belirdi zihnimde: çocukluk arkadaşım Arda. Onun hikâyesi bu sorunun cevabını kelimelerden çok duygularla anlatıyordu.

1. Arda’nın Hikâyesi: Sol Tarafın Sessizliği

Arda, hep gülen, enerjik bir çocuktu. Ama bir farkı vardı: doğuştan göğsünün sol tarafında kas yoktu, sol eli de diğerine göre biraz daha küçüktü. Küçük yaşta “Polonya Sendromu” teşhisi konulmuştu. O zamanlar bu kelimenin anlamını bilmezdik; bizim için sadece “biraz farklılık” demekti.

Yıllar sonra öğrendim ki Polonya Sendromu, doğuştan pektoral kasın gelişmemesi ve bazen aynı tarafta el veya parmak anomalileriyle görülen nadir bir durumdu. Adını, 19. yüzyılda bu durumu ilk tanımlayan Sir Alfred Poland’dan almıştı. Oysa Arda, bu tıbbi tanımdan çok daha fazlasıydı: direncin, uyumun ve kendiyle barışmanın sembolüydü.

2. Gücün Tanımı Değiştiğinde

Arda’nın bedenindeki fark, onun kişiliğinde derin bir bilgelik yaratmıştı. Spor yaparken ya da yüzmede zorlanırdı ama hiçbir zaman pes etmedi. “Eksiklik bir sınır değil, sadece farklı bir başlangıç çizgisi,” derdi.

Erkek arkadaşlarımız onun bu sözlerini genellikle “motivasyon stratejisi” olarak görür, çözüm odaklı yaklaşırlardı: “Kas implantı yaptırsan rahat edersin.”

Ama kadın arkadaşlarımızın yaklaşımı daha empatikti: “Senin bu haliyle bile güçlü olman bize ilham veriyor.”

İşte o an fark ettim: gücün tanımı cinsiyetle değil, bakış açısıyla değişiyordu.

3. Tıbbın Ötesinde Bir Hikâye

Polonya Sendromu, tıp literatüründe nadir bir durum olarak geçer — her 20.000 ila 30.000 doğumda bir görülür. Ancak bu istatistikler insanın iç dünyasını anlatmaz.

Arda’nın hikâyesi, eksikliğin yalnızca fiziksel olmadığını gösterdi. Bazen toplumun algısı, bedenin eksikliğinden daha ağır olabiliyordu.

Lisede beden eğitimi dersinde öğretmen onun göğüs kasındaki farkı fark ettiğinde, sınıfta kısa bir sessizlik olmuştu. O sessizlik, insanların “farklı” olana dair bilinçsiz tepkisiydi. Fakat Arda o an başını kaldırdı ve sadece şunu söyledi:

> “Ben kaslarımı değil, cesaretimi geliştiriyorum hocam.”

O cümle, sadece o sınıfta değil, hepimizin zihninde yankılandı.

4. Toplum ve Algı: Görünmeyen Sınırlar

Toplumun fiziksel farklılıklara bakışı, tarih boyunca değişse de tam anlamıyla dönüşemedi. Polonya Sendromu gibi durumlar çoğu zaman “kusur” olarak görülür.

Oysa tarih, eksiklikleriyle topluma yön veren insanlarla doludur. Ressam Frida Kahlo, sakatlığıyla mücadele ederken eserlerine ruh katmıştı. Arda da kendi bedeninde aynı mücadeleyi veriyordu.

Sosyolog Erving Goffman’ın “Damga” teorisine göre toplum, “normal” kavramını inşa ederken, bu kalıba uymayanları dışlama eğilimindedir. Polonya Sendromu olan bireyler için zorluk, yalnızca tıbbi değil, sosyal kabul sürecinde de ortaya çıkar. Bu durum, insanların kendilerini sürekli “açıklama” zorunluluğu hissetmesine neden olur.

5. Arda’nın Kararı: Kabullenme Bir Zaferdir

Üniversite yıllarında Arda estetik cerrahi önerilerini reddetti. “Kendimi değiştirmem gerekmiyor, sadece tanımam gerekiyor,” dedi.

O kararı, bir strateji kadar güçlü bir farkındalık eylemiydi. Erkek arkadaşları onun bu kararını “mantıklı bir duruş” olarak destekledi; kadın arkadaşları ise “kendini sevmenin en güzel hali” diye yorumladı.

O gün anladım: çözüm bazen müdahale değil, kabullenmeydi. Empatiyle desteklenen strateji, insanın en insani yönünü açığa çıkarabiliyordu.

6. Bir Forumda Başlayan Yeni Hikâye

Yıllar sonra bir forumda bu konuyu açtığımda, mesaj kutuma çok sayıda kişisel hikâye geldi. Kimisi çocuğunun Polonya Sendromu ile doğduğunu, kimisi ergenlikte bu farkla mücadele ettiğini yazmıştı.

Ortak nokta şuydu: herkes “normal” tanımını yeniden sorguluyordu.

Bir kullanıcı şöyle yazmıştı:

> “Benim oğlumun da göğsü tam gelişmemiş. Ama o, her sabah aynada gülümseyerek bakıyor kendine. Bu, bence en sağlıklı görüntü.”

Bu yorum, tıbbın ötesinde bir terapi gibiydi. Forum, bilgi paylaşımının ötesinde bir dayanışma alanına dönüşmüştü.

7. Tarihten Günümüze: Polonya Sendromu’nun Sessiz Evrimi

Tıbbi olarak bakıldığında, Polonya Sendromu ilk kez 1841 yılında tanımlandı. O dönemde nedeni tam anlaşılamamıştı. Günümüzde yapılan araştırmalar, embriyonik dönemde damar tıkanıklığına bağlı gelişim geriliğiyle ilişkili olabileceğini gösteriyor (Kaynak: Orphanet Journal of Rare Diseases, 2022).

Ancak hikâyenin toplumsal kısmı hâlâ gelişiyor. Artık sosyal medya ve forumlar sayesinde insanlar deneyimlerini paylaşıyor, görünürlük artıyor. Bilgi, farkındalıkla birleştiğinde damgalama azalıyor. Bu da insanlığın empati kapasitesinin büyüdüğünü gösteriyor.

8. Sonuç: Eksiklik Değil, Eşsiz Bir İz

Polonya Sendromu, bir eksiklik değil, farklı bir varoluş biçimidir. Arda bana bunu öğretti. Onun hikâyesi, insanın kendi bedenini olduğu gibi kabullenmesinin ne kadar devrimci bir eylem olabileceğini gösterdi.

Bir gün forumda şu cümleyi yazmıştım:

> “Bazı insanlar kaslarını gösterir, bazıları cesaretini.”

Ve bu söz hâlâ geçerli.

9. Düşünmek İçin Bir Soru

Belki de asıl sorumuz şu olmalı:

> “Toplum olarak ‘tamlık’ dediğimiz şey gerçekten neyi ifade ediyor?

> Bir bedenin eksik olması mı farklılık yaratır, yoksa bizim onu eksik görmemiz mi?”

Polonya Sendromu’nun hikâyesi, hepimize şu gerçeği hatırlatıyor:

Farklılık, kusur değil — insan olmanın en özgün biçimidir.